YAZARLARIN OKUMA HÂLLERİ



Erhan Bener:
Kitap çizmeyi saygısızlık sayıyorumSabah kahvaltıdan sonra bilgisayar başında çalışmaya başlıyorum ve bu çalışma akşam yemeğine kadar devam ediyor. Okumalarıma ancak akşam yemeğinden sonra, hafif uzanarak başlıyorum. Ağır kitapları ise masa başında okuyorum. Kitapları çizme gibi bir âdetim yok, ders çalışırken bile çizmezdim, bunu biraz saygısızlık sayıyorum. Kitapları okurken kâğıtlara veya ayrı bir deftere not alırım. Başucumda çoğu zaman dört beş kitap bulunur, içinde roman, inceleme, şiir ve araştırma olur, akşamki ruh halime göre hangisi beni çekerse onu okurum. Okumadan evvel kitabı bir karıştırırım, zamanında çok kitap okuduğum ve başladığım kitabı bitirmek gibi bir alışkanlığım olduğu için, bu yaştan sonra zor beğeniyorum artık. Kendi kitaplarımı basıldıktan sonra ve yeni bir baskısı yapılacaksa okurum. Kitabım ilk çıktığında ise, onun matbaa kokusu çok hoşuma gitmişti.
***
Orhan Okay:
Şiir okumada şartlar ağır olurOkumanın yeri, zamanı ve diğer şartları okuyana göre değişir. Benim için türlere ve günün saatlerine ayrılmış bir okuma şekli yoktur. Çok defa birkaç kitaba birden başlarım, bu okumaların her biri ayrı yerlerde ve ayrı saatlerde varlığını sürdürür. Nispeten hafif kitaplar (hikâye, roman, deneme vs.) için otobüs, metro veya yatarken uykuya yakın saatler olabilir. Not almam gerekiyorsa masa başında olurum. Bu gibi okumalarımda bazan bir bilgiyi tahkik için kaynaklara, başka kitaplara baktığım da olur. Altını çizmekten ziyade önemli veya bana göre aykırı, yanlış gördüğüm yerlerde kitap kenarına kurşunkalemle X koyup küçük açıklamalar yaparım. Yavaş okurum, bazan gerilere de dönerim. Sessizlik aramam. Şiir okumada şartlar ağır olur. O zaman yalnız olmayı ve yüksek sesle ve çok tekrarlarla okumayı tercih ederim.
***

İnci Aral:
Kitaplara dokunmaya karşı bağımlılığım var
Türlere göre farklı yerlerde okumalarım olur. Araştırma, inceleme ve tarih gibi kitapları masa başında, not alarak okurum. Edebiyat, şiir, öykü ve roman gibi türleri yatakta, yastıklara dayanarak rahat bir şekilde okumayı tercih ederim. Bu şekilde okurken bile, yanımda kâğıtlar kalemler eksik olmaz. Yolculuklarda fazla hacim olarak ağır olmayan, daha çok şiir ve öykü kitaplarını seçerim. Akşamüzeri ve gece arasında genellikle şiir okurum, çünkü bayağı duyarlı olduğum bir saattir. Yeni kitaplara dokunmaya karşı bir bağımlılığım var, onların kokusunu hissetmeye çalışırım. Hatta okuyamayacağım kitabı bile elime alır, koklarım. Kitaba not almaya çalışırım. Arka sayfalardaki boş yapraklara kitapla ilgili düşüncelerimi, bazen renkli not kağıtları üzerine yazarak, yapıştırırım. Genellikle çok sevdiğim kitapları eskiden çok fazla çizerdim, şimdi ise kıyamıyorum, hatta onların yerine yenilerini aldım. Bir anda birkaç kitap okurum. Bunlar genellikle farklı türlerdeki kitaplar olur. Edebiyat, araştırma, inceleme türünden kitapları bir arada, günün farklı saatlerinde okuyorum. Kendi kitaplarımı ise okuyamıyorum. Uzun bir süre geçmesi gerekiyor. Çalışırken o kadar çok üzerinde uğraşmış oluyorsunuz ki adeta ezberliyorsunuz, bundan dolayı kitaplarımı okumaya gelince sıkılıyorum.
***
Hilmi Yavuz:

Beyaz kâğıtta okumanın hazzı
Okuma konusunda hiçbir ritüelim yok. Ben biraz da iştahlı ya da obur bir okurum. Her yerde ve her koşulda her şeyi okuyabilirim. Çocukken, caddede sağlı-sollu dükkan ve başka tabelaları da okurdum. Hâlâ bazı tabelalar aklımdadır: Karaköy’de: ‘Avukat Volf Çernis’; Zara’da: ‘Terzi Kalust Tırtır’; Siirt’te: ‘Berber A.Bari Ülgen- A.Tan’. Büyükada’da ‘Balıkçı İzak ve Avram Monguldar’... Bunlar neredeyse 60 yıldan beri bellekte kalanlar... Türlere göre, özel okuma zamanım yok. Ama, eğer haz duyarak okuduğum bir metinse, o zaman kendime sütle yapılmış ve kahvesi az bir neskafe koyar, tercihan bir flüt ya da keman parçasını dinlerim. Bilgisayarda yazdıklarımı okurum, ama mutlaka bir de ‘çıktı’ alırım. Bir yazıyı, beyaz kâğıtta okuyup, onu kalemle düzeltmenin hazzını hiçbir şeye değişmem... Kendi kitaplarımı okurum. Başka metinlerden sıkıldığım ya da canımın bir şey okumak istemediği zamanlarda... Kendi kitaplarım, özellikle de ‘defterler’, bana daima iyi gelir... Okuduğum kitaplara gereken özeni gösteririm. Eski bir ‘karşı-deneme’mde, kitabı 90 dereceden fazla açmadığımı yazmıştım. Doğrudur. Ama gene de, önemli bulduğum cümlelerin yanına, belli belirsiz bir ‘v’ işareti koymaktan da kendimi alamam... Ve, birkaç kitabı birlikte okurum...
***
Cemil Kavukçu:

Bende kitap kokusunun yeri ayrıKitabın altını çizmektense deftere alıntılar yapmayı tercih ediyorum. Bu sadece evde masa başında okumada yaptığım bir durum. Kent yolculuklarında, otobüste, metroda okumaya çalışıyorum. Not edeceğim kitapları evde okurum. Yoğunlaştığım kitabın dünyasından uzaklaşacak bir şey yapmıyorum, küçük molalar verip, mesela Sait Faik’ten bir öykü, başka bir kitaptan şiir okuyorum. Türler değiştikten sonra biraz soluk alma, biraz da dinlenme oluyor, bu küçük molalar benim için. Kitapevlerinin, kütüphanelerin, yeni çıkmış bir kitabın ve tozlu kitapların kokusunun, ayrı bir yeri vardır bende, kitapla özel bir ilişki yaşarız adeta. Sayfaları karıştırmak, arka kapağına bakmak, bir kitabı okumadan önce, yaptığım hazırlıklar. Kendi kitaplarıma gelince, onları okumam. Hatta bununla ilgili bir düşüm var; ‘oturup yazılış sırasına göre tüm kitaplarımı okumak’, bakalım gerçekleştirebilecek miyim?
***
İbrahim Yıldırım:

Gerçek edebiyatı ‘hızlı’ okumamHiçbir okuma ritüelim yok. Her yerde, her zaman okuyabilirim. Satırların altını çizmem ama bazen sayfa kenarlarına not alırım. Yazarlığın dışında mesleğim reklamcılık… Dolayısıyla bazıları için gereksiz sayılabilecek bir sürü şeyi öğrenmem gerekiyor; hem de çok sık! Bundan dolayı kendimce bir hızlı okuma yöntemi geliştirdim. Ancak bu yöntemi gerçek edebiyat yapıtlarına uygulamam. Kendi kitaplarıma zaman zaman göz attığım olur. Geceleri de yazan ve okuyan biriyim. Tür ayrımı yapmam. Önem verdiğim kitapları okumak için, daha sessiz olduğu için geceyi yeğlerim. Bu, şiir de, felsefe de, roman da olabilir. Birkaç kitabı bir arada okuduğum çok olmuştur. Kimi zaman hızlı okuma yöntemiyle günde iki kitap bitirdiğim olur. Ama bunlar kesinlikle gerçek edebiyat yapıtları değildir.
***
Selçuk Altun:
Kitabı hem koklar hem okşarım
Daha yoğun okuyabilmek için ilk fırsatta emekli oldum. Okumak, okumak ve ara sıra yazmak için tuttuğum bir ofisim var Gümüşsuyu’nda. Aynı anda en az üç kitap okurum. Güne kesinlikle şiirle başlarım. Şiir bana yaşam sevinci aşılar. Katı bir okuma ritüelim yoktur ama geceleri yatakta roman veya yaşamöyküsel yapıtlar okuyarak sızmayı yeğlerim. Okyanus aşırı uçak yolculuklarına, kesintisiz okuma şansı sağladığı için de, bayılırım. Sahaftan aldığım bir kitaba sıra gelmişse onu hem koklar, hem okşarım. Aforizmasal dizeler yakalarsam onları kelepçelerim. Okuma kıvılcımı; benimsediğim bir yazar veya şairin yeni kitabının çıktığını öğrenme veya ıskaladığım bir yapıtın izine rastlamayla çakılır.
***

Haydar Ergülen:
Roman okurken kitap elimden düşüyor
Rahmetli Ece Ayhan, son yıllarında yazdığı dergilerde ‘Ayağa Kalkanlar’ diye bir liste yapmaya başlamıştı. O ay ya da o hafta, sanatta, edebiyatta, siyasette önemsediklerinin adlarını belirtirdi. Soruşturma sorunuz gelince nedense bunu hatırladım. ‘Başucu kitapları’ deyimi, bana biraz da yatakta okunan kitapları çağrıştırır. Kediler, köpekler, kuşlar, bitkilerle, yani insan hariç cümle mahlukat ve nebatatla ilgili son yıllarda sayısı sevindirici bir biçimde artan kitapları gece yatakta okuyorum. Kim bilir belki de bu onların saflığı ve doğallığıyla dolu güzel rüyalar görme isteğimdendir. İnceleme, araştırma kitaplarını, eski bir alışkanlık olarak, hâlâ ders çalışır gibi, elimde kalem, altını çizerek, masamda okuyorum. Şiiri ise her zaman, her yerde okuyabilirim, koltukta, masada, uzanmışken, yolculukta, kafede, vb. Fakat yalnızca masa başında yazabilirim. Hikayeyi de tıpkı şiir gibi okuyorum. Romana gelince, işte orada işler biraz karışıyor, uzanarak okuyorum, fakat gündüz de olsa, mutlaka uykum geliyor, kitap elimden düşüyor. Galiba son yıllarda çok az roman okumamın sebebi bu. Doğrusu bundan da pek şikayetçi olduğumu söyleyemem. Dergileri hemen okuyamıyorum, önce şöyle bir karıştırıyorum, önce şiirleri okuyorum, sonra zaman içinde diğer yazıları.
***
Özcan Karabulut:
Kurşunkalem ve masa lambası
İşim gereği sık sık yolculuk yaptığımdan her yerde, her durumda (evimdeysem çalışma masamda, yollardaysam koltukta, otel odasındaysam yatağımda) kitap okuyorum. Bulunduğum ortama ve mekana göre kitabı okuduğum açılar değişir: Kitabı 90 derecelik bir açıyla okuyabildiğim gibi, 180 derecelik bir açıyla da okuyabilirim. Kitap okurken ihtiyacını duyduğum iki şey var: Kurşunkalem ve masa lambası. Ne yazık ki, her ikisi aynı anda olmuyor her zaman. Her cümlenin değil ama beğendiğim cümlelerin altını çizerim. Bazen okuduklarımla ilgili notlar aldığım olur. Türlere göre özel bir okuma zamanım yok. Öykünün bende ayrı bir yeri var, doğal olarak. Günün herhangi bir bölümünde öykü okuyabilirim. Son beş altı yıldır düzenli olarak roman okuyorum. Şiir için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Gazetesiz bir dünyayı düşünemem bile. Her sabah gazete okurum. Çalışma günlerinde nerdeyse tüm gazeteleri, hafta sonlarında ise üç dört gazete okurum. Uzun zamandır birçok kitabı bir arada okuduğumu söylemeliyim. Bir kitaptan ötekine geçtiğimde, bir alandan başka bir alana geçmiş olurum. Bu beni dinlendirir, yeni kitaplar okumak için harekete geçirir. Kitabı koklamaktan çok, kitaba dokunmaktan hoşlanırım. Yeni bir kitabım yayımlanmışsa kısa okumalar yapar, kitabın sayfaları arasında dolaşırım, o kadar. Sonra araya edebiyat dergileri, başka türden kitaplar, başka okumalar girer.
***

Mehmet H. Doğan:
Mürekkep kokusu yorgunluğumu giderirDaha çok koltukta ve gece yatarken okurum. Türler için okuma zamanım yoktur. O gün dergiler çıkmıştır, özellikle onları okumaya çalışırım. Yolda şiir ve roman, biraz da dergi okumayı severim. Birkaç türü aynı anda okurum. Başucumda devamlı okuduğum birkaç eser vardır, bu roman, şiir veya dergi olabilir. Eğer bir kitap ağır gelmişse veya sıkılmışsam diğer kitaba geçerim. Bu tür değişik okumalar, insanı çıkmazlardan korur. Bir yerde kitap ilerlemediği zaman diğer bir türe geçmek okumayı kolaylaştırır. Kurşun kalemle derkenar dedikleri kitabın kenarına veya kitabın sonunda boş sayfalar varsa, ileride yazacağım eleştiriler için not alırım. Özellikle yeni kitaplarım geldiğinde, o kitaptan aldığım mürekkep kokusu, bütün yorgunluğumu giderir. Kendi kitaplarımı yeni baskılarından evvel, dizgi yanlışları veya düzeltmeler için yeniden okurum. Çok hızlı okumam ve hızlı okuma kursları gibi faaliyetlere de hiç inanmam.
***
Enver Ercan:
Kitabı kıvırıp cebime soktuğum da olurEskiden satırları çizmek gibi bir alışkanlığım vardı, bıraktım: İçselleştirememişsem öylece orada kalıyordu. Yine de zaman zaman not alıyorum. Kitabı iki biçimde okursam anlayabiliyordum: Otobüste, orta kapının boşluğunda ve evde yere uzanarak. Bu olanakları yitireli beri (şimdi evim iskelenin tam karşısında ve evde her şey üst üste!) 5-6 yıldır masada okuyorum. Artık bir çalışma masası edinmenin zamanı geldi aslında. İyiden iyiye istiyorum sanki. Kitabı evire çevire okurum, kıvırıp cebime soktuğum da olur. Çok hırpalamam gerçi. Zaten kitaplığımda kalması gerekmiyorsa, okuyacağını bildiğim birine veririm. Arşiv duygusu pek yoktur bende. “Hiç” desem daha doğru: Yayımlanmış kitaplarımın ve yayımladığım kitap ve dergilerin bile elimin altında tam takım örneği yoktur. Gerektiğinde satın aldığım da olur. Sanırım, geriye bakmadan, “şimdi ne yapacağım?” sorusuyla yaşayan biri olmamdan kaynaklanıyor bu durum; bir beyhudelik duygusu; korkusu da denebilir. Bir psikiyatrın yorum yapmasına gerek yok: Çocukken dedemi çok severdim; eline geçen her şeyi özenle saklamak, biriktirmek gibi bir alışkanlığı vardı; eğri çivileri bile. Ama öyle güzel hikayeleri vardı ki! Öldüğünde hepsini kapının önüne koydular. Çatlak bir parfüm şişesini kurtarabildim. O gün bugün bende durur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OKUMA KAZANCI / Faruk DUMAN